8 Kasım 2010 Pazartesi

Orakıl'ın kılları :p

Bilişim zirvelerini hep sevmişimdir dostlar!

Yeni konular, yeni simalar, eşantiyonlar, promosyonlar, sürpriz çekilişler...
Eski arkadaşları görmeler, kafa çevirmeler, salak salak geyik yapmalar, yalandan orakıl konuşmalar filan.. Ve bol yiyecek, içecek, kesin kuzu tandır, somon füme, dalgalı saç gibi uzayan uzadıkça karışan yemek kuyrukları.. Ve tabi bana bol malzeme..

Bu sene de diğer senelerde olduğu gibi orakıl zirvesinin baş konuğuydum. Davetiye inboxuma düşer düşmez acil hazine raporlarını bir kenara bırakıp kayıt yaptım; bu muhteşem şöleni kaçıramazdım.

Kayıt yaparken yine her sene olduğu gibi kendimi yabancı bir isimle tanıtıp çalıştığım şirket olarak N.A.S.A, Avropa Birliği, N.A.T.O gibi yerler yazacaktım ama isim konusunda karar vermem uzun sürünce site zaman aşımına uğradı ve giriş yapamadım. İkinci denememde de seçtiğim "Melinda Gordon" isminin biraz ürkünç ve yeterince yabancı görünmediği yargısına varıp "Sivaslı Cindy" de karar kıldım.

Zirve sabahı Harbiye'deki Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'ne giderken kaybolan tek 29 yıllık İstanbul'lu olduğuma emin olarak kartımı almak üzere kayıt bankosuna vardım. Kayıt yapan bayana ismimi verince kaydımı bulamadığını söylemesi beni oldukça yaraladı, yine olan olmuş beni ciddiye almamışlardı ve mecburen kimliğim deşifre oldu. Olmamıştı, başaramamıştım.. Bu sene de Kübra Sarıkaya - SBM olarak tarihe kaydolmuştum!

Geçmiş yıllardan akıllanmış, içerinin ısısı 25 santigrad derece olmasına rağmen ne montumu ne de yeni aldığım beremi kaybolur düşüncesiyle vestiyere bırakmamıştım. İçi tanıtım broşürü dolu 5 kiloluk orakıl torbası ise derdime dert katmıştı. Aç, buruk, yorgun ve yük doluydum...

Tansel'in dürtüklemesi ile seminere kaldığım yerden devam ettim.
Bana bizim sistemdeki partişınları 2011 için yapmamız gerektiğini fısıldıyordu.
"He ya hakkat!" diyerek onu geçiştirdim.
Dakikalar geçiyor, orakıl ceyosu konuştukça açılıyor, onu dinleyen ve %90ı ingilizce bilmediği halde her cümlesine gülen 1.500 kişi coştukça coşuyordu.
Allah'ım işten yırtayım derken nerelere gelmiştim ve bu berenin başımda işi neydi!

Dayanamayarak kendimi Anatolya'dan dışarı attım. En az 1.500 kişi de ortalıkta geziyordu. Tansel de peşimden gelmiş etraftan alınabilecek promosyon araştırıyordu. Ve bu araştırma tam bir felaketi doğurdu.
35 yıl önceki sınıf arkadaşı karşıdan ona göz kırpıyordu.
Sonraki 1.5 saat ömrü hayatımda gördüğüm, göreceğim en muhteşem geyiğe tanıklık ettim. Bu psikolojik işkenceden ve ayakta durmaktan dizlerimde derman kalmamıştı.

Bu böyle devam edemezdi!

Seri hareketlerle bir geridönüşüm kutusu bulup orakıl torbamdakilerin hepsini kağıt kutusuna attım. Torbaya da montumu, beremi koyup iki parça kuru pastayı azık olarak attım. (acil durum azığı) Saat 13:00 e vurduğunda kendimi yemek kuyruğuna kattım. Bu esnada Tansel'i gözden kaybetmek için kıvrak zekamı kullanmış ve başarmıştım.

***

Bıyıklı (baylar) ve ince topuklular (bayanlar) nedense çok yemek yerler.

***

Kuzu kesimine karşı olduğum için tavuk kapama aldım. İçimden bir ara tavuk kesimine de karşı çıkmalıyım diye geçirdim. Somon fümeyi atlamadım. İç pilavı sevmem ama "açım" diyerekten ondan da ekledim..

Pilavdaki üzümleri kenara ayırıp yemeğimi bitirdim.
Neyse bu sefer de yiyeceğim kadar almışım derken yanımda oturan üstüste 2 muzu bitirmesine şaştığım bey "üzümleri yiyebilir miyim" diye sordu.

-Ye.. Yes of course, why not diyebildim.

Tabağımı çatalımla beraber aldı, üzümlerin hepsini yedi.
"Çatalım yoktu da" diye ekledi.