24 Ağustos 2010 Salı

Bir sipahi ocağı öğrencisi ..

Herkese hello,

Uzun zamandır yazamıyorum.
Çünkü Tansel Bey yani benim yöneticim -ki tam ensemde oturur kendisi- 1 aylık dillere destan yıllık iznini kullandı.
Evet evet bir dinazordan değil bir insandan söz ediyorum. Bu öyle bir primat ki 4 hafta yıllık izni var. Neyse şu noktada kıskançlığın alemi yok di mi?

Efendim Tansel yokken doğal olarak ben de bu süre zarfında yamuldum. Kafamı işten kaldıramıyor, yiyemiyor, içemiyor, okuyamıyor, yazamıyordum ama bu demek değildi ki kameralarım kayıt dışıydı ! Birçok hadiseyi kayıt altına aldım, yazacağım..

Esasında birçok olaya gebe olan geçtiğimiz hafta ise başıma gelen hadise tüm ofisi ve aile eşrafını üzüntüye boğdu. Düşmüştüm ve ayak tendonlarım kopmuştu. Artık ayak ayaklıktan çıkmış bir ramazan davuluna dönmüştü. Sağolsun birçok arkadaşım olay günü beni aramış kazanın nasıl meydâne geldiğini sormuştu.

Sıla'ya, dün akşam tenis maçımda rakibim zorlu çıktı, beni oldukça yordu. Maç sayısını alıyorken artık yorgun düşen sütun bacaklarım beni kaldıramadı ve düştüm demiştim. Ama merak etme dedim, maç benim oldu. Sıla beni takdir etti, "aferim kız, yine iyi savaşmış kazanmışsın" dedi. "Kaçar mı benden kızııım" diye yanıtladım, öptük kapattık teli.

Pınar'cığımla da konuştuk ama onun odak noktası benim maçım ve tendonum değil, Acıbadem'e yaptığım ödeme idi. Bir araba kızdıktan sonra 80.kez "kızım sigortan acil müdahalenin %100ünü karşılıyor yedirme paranı" diyerek telefonu suratıma kapattı. Yanımda kayınvalidem olduğu için ben sanki Pınar karşımdaymış gibi konuşmaya devam ettim. "Tabi tatlım yaa, insan kendini paralamamalı, maçta neymiş di mi yaaa, tabi tabi öptüm ben de seni, ayyy ben de seni çok özleyeceğim" diyerek no ya bastım, telefonun sönmek üzere olan ışığı yandı.

Seçil'im de aradı elbet.. "Kızıııım Kanyon'a gitcektik bugün ne diye sakatlıyon kendini" dedi. Aman Seçilim ben olmuşum kamyon dedim, öptük kapattık.

Bu sırada konuşmalar arasında Ekin'e "oğlum bırak şu raketi, kıracaksın" demeyi de ihmal etmiyordum.

Sigorta şirketlerinden aranmaya başladım. Onlara da "biliyorsunuzdur belki sipahi ocağında öğrenciyim, atım o gün çok agresifti ve beni usulca yere saçtı" dedim.


Nitekim anneciğim telefonumun bir anlık boşluğunu yakalamayı başardı ve aradı.
Annemin sesini duymamla böğürerek ağlamam bir oldu.

Annneeeeaaaağğğ ! Merdivenden düştüm bacağım koptu annneaaağğğ.. Yetişşş!

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Mutfakta neler oluyor ?!?

Efendim bilenler bilir SBM mutfağı pek küçük, pek naif ve pek sıcaktır (tahmini kazan suyu derecesinde). Ayrıca oraya girmek garnizon komutanımız tarafından bizlere yasaklanmıştır. Vefakat biz basit erler tüm cesaretimizi toplar her sabah oraya üşüşmek sureti ile toplanır, çayımızı alır, Oktay'la -ki mutfaktaki masada yaşar kendisi- iki lafın belini kırarız.

Her pazartesi sabahı şirketteki birkaç sünger arkadaşımız tarafından ambsorbe edilmesi için şişe şişe içecek (kola,soda,meyve suyu v.s.) gelir mutfağımıza. Bu ürünleri her pazartesi sabahı bize getiren emekçi abiye de "malzemeci" denir. Oktay arada bir malzemeciyi arayarak "mallar hazır mı" diye sorar.

Yine bir pazartesi sabahı (yani bugün) malzemeci malları getirmiş ve pek dar mutfağımız daha da daralmıştı.O hengamede biz de kendi derdimize düşmüş çay kapmaya çalışıyorduk. Total toplamda içeride 5-6 kişi oluvermiştik. Biz çay diye debelenirken kapıdan bir ışık demeti içeri girdi. Bu demet bir Pınar'dı. Pınar'cığım geçen haftaki uyarılarımı dikkate almayıp yine uçları dantelli süper mini bir etek giymiş, üzerine uçuk pembe bir bluz geçirmiş, saçını toplayıp bluzu ile aynı renk bir saç bandı ve 35 çeşit gözlük çerçevelerinden en uygununu takmıştı.Ayağındaki terlikler ise gümüş rengiydi. Tek kusuru ayaklarının 40 numara olmasıydı. Neyse bunu es geçiyorum. Özetle Pınar bugün, yine bütün ofis kızlarını sinir edecek tüm argümanları üzerinde barındırıyordu.

Pınar dar mutfağa girince dolaba yaslanmış malzemeci emekçi yerinden doğruldu, üzerini düzeltti ve Pınar'a "hoşgeldiniz" dedi. Pınar da karşılık verdi. Oysaki 3 saniye önce içeri Murat, Hüseyin, İbrahim ve ben girmiştik. Hadi bizim beylere "hoşgeldiniz"i beklemeyeyim ama bu adam bana bile nezaketen "hoşgeldin" i geç hello, mello bile dememişti.
Neydi Pınar'ın biz 4 sâbiden farkı !

Hepimiz çok alınmıştık. Ama Pınar kazanmıştı.
O son gelmesine rağmen Oktay ona ilk çayı vermişti.

Bu gelişmeler üzerine çay almaktan vazgeçtim, meyve suyu kolisine eğildim.
Ambalajı açamadım, adam bana bir falçata uzattı.

Ve Pınar kalabalığı yararak mutfaktan çıktı. Onun arkasından yüzyılın en kaba insanı seçtiğim malzemeci yine ona ithafen "iyi günler" dedi.